Trans-Irk ve Kimlikler: Dr. Deniz Duruiz ile bir söyleşi
Irk, biyolojik bir gerçeklikten çok, siyasi ve kültürel mekanizmaların ürettiği bir kavram. Irk, siyasi ve ekonomik güç yapılarını destekleyen bir sistemin ürünü. Bu yüzden, ırk meselesini bir kimlikten ziyade bir iktidar ve özgürlük mücadelesi alanı olarak görmek gerekir

31.08.2025
En son yazımda, ırk kavramının tarihsel ve politik temellerini sorgulayarak, güncel tartışmalarda Türkiye’de pek olmasa da özellikle ABD’de ve Uzakdoğu ülkelerinde öne çıkan trans-ırk geçişlerine bakmıştım. Irkın biyolojik değil, kültürel ve politik mekanizmalarla inşa edildiğini hatırlamanın ve bireysel kimlik tercihinin hangi iktidar yapılarına dayanarak şekillendiğini tartışmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu kapsamda, uzun yıllardır göçmen emek, ırksallaşma ve ırk-kimlik ilişkileri üzerine çalışan sosyokültürel antropolog Dr. Deniz Duruiz ile bir söyleşi yaptık. Deniz’in hem Türkiye’deki Kürt göçmen işçiler üzerine yürüttüğü saha çalışmaları hem de Fransa’daki ve Kanada’daki Kürt mültecilerin emek deneyimlerine odaklanan karşılaştırmalı araştırması, bize ırkın ne denli çok katmanlı ve geçişli bir toplumsal kurgu olduğunu gösteriyor.
Bu söyleşide de Deniz’le trans-ırk meselesini, sadece ırk-geçişleri konusunda değil de Therianlar üzerinden konuşmak çok değerliydi. Bunun öncelikli nedeni, Therianlar’ın, kendini başka bir türle özdeşleştirirken ve bu kimliği bedensel olarak da deneyimlerken, öz-benlik algısı ya da his-beden geçiş özgürlüğünü temele koymaları. Aynı çerçevede bazı kişiler, “Ben kendimi Koreli hissediyorum” ya da “Beyazım ama Siyah olarak tanımlanıyorum” diyerek, transracial kimlikler üzerinden benzer bir hak talebinde bulunuyor. İşte tam bu noktada, kimliğin kişisel bir özgürlük alanı mı yoksa tarihsel ve siyasi mücadelelerle şekillenmiş bir aidiyet mi olduğu sorusu beliriyor. Therian örneği bu tartışmayı hem uç bir noktaya taşıyor hem de ırk, tür ve kimlik konularının nasıl iç içe geçtiğini çarpıcı biçimde gösteriyor. Bu söyleşide Deniz’e bu kavramların ne kadar örtüştüğünü sordum genel olarak. Karşılığında da Deniz’in bu meseleye yaklaşımı, yalnızca transracializm tartışmalarını değil, modern dünyanın kimlik ve tahakküm ilişkilerini nasıl kurguladığını da anlamamıza ve konular arasında bir analojinin mümkün olup olmadığına –bence– önemli miktarda açıklık getirdi.
İlgilenen herkese keyifli okumalar!
Zeynep: Zaten sana daha önce bahsedeceğimiz konuyla ilgili ‘Trans-ırk geçişleri ve geçişken ırk’ yazımı göndermiştim. Trans-ırktan bahsedelim istiyorum şimdi. Açıkçası, bu konuyu daha politik ve tarihsel bir eksende ele alan bir yazı yazmaya yeltendim, ama uzmanına sormak daha akıllıca geldi. Ana sorum şu: Irk geçişi kişisel bir özgürlük alanı mıdır, bir kimlik tercihine dönüşebilir mi? Bu soruyla başlayalım o zaman. Ne diyebilirsin bu konuda?
Deniz: Yazının başına trans-ırk kavramı ile başlayıp, hemen sonrasında ırk diye bir şey var mı diye sormuşsun. Bence asıl buradan başlamak gerekiyor bu tartışmaya, çünkü bence orası çok iyi bir nokta: Irk diye bir şey var mı? Çünkü senin yazıda da anlattığın gibi, aslında ırk ayrımlarının hiçbir biyolojik dayanağı yok. Buradan da şunu anlıyoruz: Bizim ırktan anladığımız, birine bakıp anladığımız, fenotipik özelliklerden anladığımız şey aslında biyolojik farklılıklara denk düşmüyor. Dolayısıyla mesela Siyahlar diye adlandırdığımız grupla, Beyazlar diye adlandırdığımız grup arasında biyolojik olarak fark yok. Halbuki ırk teorisinin bize söylediği şey neydi? Ait olduğun ırk düşünme, muhakeme etme, zekânı kullanma, bedenini kullanma vs. gibi kapasitelerini belirler.

Deniz Duruiz. (Fotoğraf: Duman Yılmaz)
Biyolojik olarak ırk yok derken şunu kastediyorum: bir kere iki insanın DNA’sı yüzde 99,99 oranında aynı. Irkın biyolojik temeli olmadığını çok uzun zamandır biliyoruz. Human Genome Project‘le zaten daha da ayyuka çıktı.[1] Yani insanı insan yapan özelliklerin ve kabiliyetlerin (mesela ırk konu olunca muhakeme yeteneğinin altı çok çizilir) çoğunu kodlayan genler her toplulukta birebir aynı. Aradaki varyasyonlar da ırka göre dağılmıyor. Bazı özellikler ve yatkınlıklar “soy” ya da “köken” (ancestry) dediğimiz hangi insan topluluklarından geldiğinle örtüşüyor, ama soyla ırk aynı şey değil. Yani mesela “Etiyopyalı” dediğimiz bir grubun içindeki genetik varyasyon, o grubun Etiyopyalı olmayanlardan farkına nazaran çok daha büyük.
Zeynep: Peki ırkın biyolojik temeli yoksa ırk kültürel bir olgu mu?
Irk bir yandan –insana dair her şeyde olduğu gibi– hem biyolojik hem kültürel bir olgu. Ama anladığımız anlamda değil. Mesela fenotipin biyolojik olduğunu, davranışsal kalıpların kültürel olduğunu düşünüyoruz. Aslında ırk, bundan çok daha karışık bir şey çünkü dil var arada, dil de tarihsel ve toplumsal bir şey. Ve ırk dediğimiz şeyin içine ne gireceğini zaten her baktığı yerde ırksal farklar gören bir toplumun ürünü olan dille belirliyoruz.
Amerika’da ırkçılığın tarihiyle ilgili en önemli kitaplardan birini yazan Michael Omi ve Howard Winant bunu şöyle açıklıyorlar, ırk kavramı fenotip denen biyolojik insan özellikleri tipolojilerine dayanıyor olsa bile o fenotipin içine girecek özelliklerin seçimi her zaman toplumsal ve tarihsel bir süreçtir. Yani bizim fenotip diye gördüğümüz ve içine belli özellikleri seçerek koyduğumuz şey, aslında kültürel olarak yapılandırılmış bir şey, hangi fiziksel özelliğin öne çıkarılacağını dil, tarih ve kültür belirliyor. Örneğin Amerikan yerlilerini dış görünüşe bakarak Beyazlardan ayırmak her zaman kolay değil.
Çünkü mesela sadece göz biçimine bakarak diyelim ki ırkı şekillendirsek, Türkiye’de bir sürü insan Asyalı çıkar. Ten rengi desen Ortadoğulularda renk skalası geniş, Afrikalı, Avrupalı, Asyalı fenotiplerine tekabül edecek her renk var. Ama hatırlarsan, biz lisedeyken ya da yurt dışı başvurularımızda ırk seçmemiz gerektiği zaman “hepiniz Caucasian[2] seçeceksiniz” diyorlardı bize. Çünkü şimdiki dünya düzeni Avrupa sömürgeciliğiyle şekillendirilmiş olduğu için geldiğin ulus devlette yaşayan insanlara halihazırda bir ırk atfediliyor ve dünyayı o fenotiplerle birlikte düşünüyoruz. “İtalyan” deyince aklımıza belli bir tip insan geliyor, “Afgan” deyince başka bir tip insan geliyor, bunları da Siyah, Beyaz, Asyalı gibi üç beş tane tipolojiye bölebiliyoruz, kendimizi o üç beş tipolojiden birine ait görüyoruz. Ve tabii ki Avrupa-merkezci dünya düzeninde Avrupalıya ne kadar benzesek o kadar iyi! Bütün Hollywood filmlerindeki baş karakterlerle kendini özdeşleştirebilirsin, mesela bir uluslararası havaalanında Siyah olsan dünyanın her yerinde şüphe çekecekken Beyazlara ne kadar yakınsan o kadar kolay kontrolden geçersin, o kadar iyi muamele görürsün.
Öte yandan mesela göçmenlik kavramı, ırkı algısını tamamen değiştiriyor. Mesela Amerika’da bir Ortadoğulusun, ağzını açmadığın sürece seni tam çözemiyorlar, ama Avrupa dili olmayan bir dil konuşmaya başladığın andan itibaren artık seni kimse Beyaz zannetmiyor. Beyaz saymıyor. Dolayısıyla ırk aslında bir böyle halihazırda var olan bir özellikler bütünü değil. Irk, ırkçılığın bir sonucu olarak ortaya çıkmış bir kavram.
Zeynep: Peki hangi dinamiklerle üretiliyor ırkçılık? Dayanağı biyolojik farklar değilse… Ya da şunu sorayım: O zaman ırkçılığın ve ırkçılığın yarattığı ırk kavramının temeli nedir?
Baştan hani sorduk ya ırk diye bir şey var mı diye. Var. Ama insanların halihazırda “Asyalı”, “Afrikalı”, “Avrupalı” diye biyolojik tipleri olduğu için ırk var değil. Irk, insan grupları arasında hiyerarşik, geçişsiz, özcü ve mutlak farklar görmeye dayanan bir toplumsal klasifikasyon yöntemi. Yani sosyolojik bir olgu ırk. Sömürgecilikle birlikte ortaya çıkan bir görme, düşünme ve eyleyiş biçiminin sonucu olan bir toplumsal gerçeklik. 15. yüzyıldan itibaren Avrupa sömürgeciliğinin her yerde hızla yayılıp dünyayı şekillendirmesiyle birlikte Amerikan yerlilerinin de Beyazlar gibi Hıristiyan tanrısının yarattığı eşit insanlar olup olmadığı tartışılıyor. Çünkü eğer onlar da tam insansa onları Hıristiyanlık adına köleleştirmek doğru olmaz, ama tam olarak insan sayılmazlarsa o zaman onlardan üstün olan Beyaz insanların kölesi olabilirler diye görülüyor. Sonunda 16. yüzyılın ortalarında Katolik kilisesi yerlilerin “vahşi” de olsa insan olduğu ve köleleştirilmemesi gerektiğine karar verip Amerikan yerlilerini köleleştirmeyi yasaklıyor fakat bu Afrikalıların köleleştirilmesine engel olmuyor. Sonra 18. yüzyılda Siyahların kölelikten azat edilmesinde de benzer bir tartışma yürüyor: Siyahlar da Beyazlara eşit derecede insan mı? Dolayısıyla ırk şunu belirliyor: birisi seni alıp satacak, ölene kadar çalıştıracak mı, çoluğun çocuğun da onun çoluğu çocuğunun malı mı olacak yoksa sen mi başkalarını alıp satma hakkına (ve dolayısıyla alınıp satılmama hakkına) sahip olacaksın? Irk bunla ilgili bir şey.
Yani ırkçılık yüzünden ırk var; ırkçılık olduğu için ırk algılamalarımız var. Kişinin aslında bir ırkı var, ve bu ırk nedeniyle ırkçılık ya da ayrımcılık yapılıyor gibi değil. Bunu çok iyi formüle eden iki Siyah Amerikalı kız kardeş akademisyen var: Barbara Fields tarihçi ve Karen Fields sosyolog, onların birlikte yazdıkları Racecraft diye bir kitap var; ABD’de ırkın nasıl devleti politik olarak dönüştürdüğüne, devletin yönetimsel mekanizmalarını nasıl başkalaştırdığına bakıyorlar. Söyledikleri asıl şey de şu: Irkçılık olmadan ırk diye bir şey olmaz. Dolayısıyla ırkı üreten şeyin, yani beyazlığı üreten şeyin, siyahlığı üreten şeyin, Asyalılığı üreten şeyin biyoloji değil kültürel ve siyasi mekanizmalar olduğunu görüyoruz buradan.
Dolayısıyla eğer ırk diye bir biyolojik gerçeklik dünyada bulunan bir şey değil de siyasi olarak üretilen bir şeyse, ırkın bir kimliğin parçası olması da aynı oranda politiktir. Bu da şu demek: O zaman ırkla etnisiteyi nasıl birbirinden ayıracağız? Son dönemlerde ırkçılık ve ırksallaşma çalışan insanlar, bu ikisini birbirinden çoğunlukla ayıramayacağımızı iddia ediyor. Mesela, kölelik diye bir şey olmasa Siyahlık bugünkü Siyahlıkla aynı şey olmayacaktı. Dolayısıyla daha iktisadi, ekonomik veya siyasi bir süreç olarak gördüğümüz kölelik, işin aslında Siyahlığın ne olduğunu bize anlatıyor. Yani zorlamalar ve dayatmalar, aslında tanımların kendisini üretiyor. Tanımın kendisi de, bir adım ötesinde, kendisine ait siyasi mekanizmaları üretiyor. Belki siyahlığın içine başka şeyler de katacağız. Bu nedenle, örneğin ten rengi, saç rengi, saç şekli sürekli tartışılıyor. Aynı şekilde Kamala Harris’in ne ırktan olduğu sürekli tartışılıyor. Kahverengi ile Beyaz ırklar bu nedenle sürekli birbirine karışıyor, çünkü geçişleri belirli değil. Ya da Orta Doğu veya Arap ırkının olup olmadığı tartışılıyor. İranlıların Beyaz olup olmadığı da tartışılıyor aynı eksende.
Zeynep: Peki bu tartışmaların temelinin Amerika’da olmasının özel bir nedeni var mı? Therian akımı da Amerika’da başladığı için soruyorum.
Deniz: Tabii ki. Aynı dediğin gibi, Amerika’da ırk meselesinin bu kadar ön planda olmasının ana nedeni, ırkçılığın siyasi, ekonomik ve toplumsal çatışmaların merkezinde yer almasıdır. Burada, Asyalılar için indentured labor (zorunlu çalışma), Siyahlar için kölelik, Yerli halklar için soykırıma uğramış ve Beyazlar için sömürgeci kimlikleri belirginleşir. Bu kimlikler arasındaki çatışma, özgürlük kavramına dair farklı anlayışların bir yansımasıdır. Amerika’da bu durumun, yani kimin ne kadar özgür olduğuna dair tartışmaların en büyük meselelerden biri haline gelmesi tesadüf değil.
Avrupa’nın ırk belasından kurtulma stratejisi ise ırk konusu daha çok Amerika’nın meselesi olarak görüp Avrupa-merkezci düşünme biçiminin en temelinde yatan ırk meselesinin üzeri örtmek. Ancak aynı zamanda, Avrupa sokaklarında Nazilerin yürüdüğü, göçmenlerin en büyük problem olarak algılandığı bir gerçeklik söz konusu.
Zeynep: Konuya geri dönersek…Burada bahsedilen şey aslında şu: Irkını seçebilme özgürlüğü diye bir şey çıktı. Daha da ötesi, türünü seçebilme özgürlüğü de var, biliyorsun, Therian’larla ilgili özellikle bahsettiğim yer burası. Asıl sorum şu sanırım: Her şeyin ötesinde ırk, bireysel bir kimlik tercihi olarak kurgulanabilir mi? Bunu yapanlar daha çok, trans-gender ile trans-racial bakış açıları arasında analoji yaparak, transracialism’in de bir özgürlük olduğunu söylüyor.
Bu bağlamda, ırk, Therian’larda ya da transracialism’de bahsettiğin şekilde, bir kimlik meselesi olarak ele alındığında ciddi bir problem. Çünkü ırk, biyolojik bir gerçeklikten çok, siyasi ve kültürel mekanizmaların ürettiği bir kavram. Irk, siyasi ve ekonomik güç yapılarını destekleyen bir sistemin ürünü. Bu yüzden, ırk meselesini bir kimlikten ziyade bir iktidar ve özgürlük mücadelesi alanı olarak görmek gerekir.
Bu perspektiften bakıldığında, ırkın bir kimlik aidiyeti olarak ortaya çıkması oldukça problemli bir durum çünkü ırkçılığın yaptığı gibi ırkın tarihini siliyor ve ırkı bir tercih meselesine indirgeyip yeni bir tarih yazmak istiyor. Siyasi mücadelelerin sonucunda, ırk temelli kötü muamele ve ayrımcılığa uğrayan insanların ırk temelli kimlik geliştirmesi başka bir mesele çünkü onlar bu tarihi bir mücadele tarihi olarak kimliklerinin parçası yapıyorlar. Yani mesela ben Siyahlığımla gurur duyuyorum demekle ben Beyazlığımla gurur duyuyorum demek iki bambaşka mesaj veriyor, değil mi? Siyahlığıyla gurur duyan insan yüzyıllardır ona insan muamelesi yapılmamış olmasına rağmen insanlık onurunu koruyabilmiş olmasıyla övünüyor, Beyazlığıyla övünen insan ise kendini dünyadaki diğer bütün ırklardan üstün hatta onların sahibi olarak gören bir tarihi çağırıyor.
Aynı şekilde, ırkın kişisel bir tercih olarak benimsenmesi aslında epey öjenist ve ırkçı bir şey. Çünkü bir kere ırk diye bir sosyolojik gerçekliği tarihsel ve toplumsal bağlamından koparıp tercih meselesine indirebilmek ancak çok ayrıcalıklı kişilerin yapabileceği bir şey. Diğer insanlar doğdukları ırka mahkumken ben istediğim ırkı seçebilirim demek de Amerikan kapitalizminin getirdiği müşteri öznelliğiyle Beyazları ırkçılığın sorumluluğundan, Siyahları ve diğer ırkçılığa maruz kalmış insanları da ezilme tarihinden mucizevi bir şekilde kurtarma vaadi sebebiyle ırkçılığın semptomu diyebileceğimiz bir pratik. İnsanın kendi bedenine, yaşamına, çocuklarına sahip olma hakkını elinden almaya yaramış, milyonlarca insanın acı çekerek ölümünü meşrulaştırmakta kullanılmış bir kavram ırk, şimdi ben onu dönüştürdüm, kendime yakışanını giyeceğim dediğin zaman bir anda başka bir şeye dönüşmüyor.
Zeynep: O zaman ‘Ben kendimi mesela Koreli hissediyorum, o yüzden ameliyat olacağım’ cümlesini nasıl anlamalıyız?
Deniz: Irkçılık tam olarak böyle bir şey zaten. Yani estetik, arzu, cinsellik, insanın değeri, her şey ırkçılık üzerinden çalıştığı için, burayı böyle kafamıza göre bir özgürlük alanı gibi tanımlamak mümkün değil. Elmaya “erik” dediğinde, elma bir anda erik olmuyor. Zaten ırkçılık sadece öyle açık açık “şu ırklardan nefret ediyorum” demekle işleseydi şimdi çok marjinal bir ideoloji olurdu ama öyle değil, çok yaygın, hepimizin farkına bile varmadığımız ırksal önyargıları var, kişisel beğenilerimizden alışkanlıklarımıza, güzellik-çekicilik algımıza her yerde açık veya gizli olarak işleyen bir ırksal rejim var.
Şöyle anlatayım, bu ırk meselesi temelinde özcülük dediğimiz düşünceyle ilgili. Özcülük bir insan topluluğuna dair doğuştan gelen, değişmez ve mutlak özellikler, eğilimler, davranış kalıpları atfetmek demek. Özcülük sadece ırkçılığın değil cinsiyetçiliğin ve insanı dünyanın merkezi ve efendisi olarak gören ideoloji olan türcülüğün de işleyiş bir mekanizmasının temelini oluşturuyor. Özcülük ırkçılık içinde “Asyalılar çalışkan ama sıkıcıdır”, “Siyahlar tembeldir”, “Araplar pistir”, “Kürtler şiddet eğilimlidir”, “Müslümanlar karılarını döver” gibi ırkçı yargıları üreten söylemsel mekanizma. “Kendimi Koreli hissediyorum” cümlesi, Korelilere dair özcü ve ırkçı yargılar olmasa anlaşılması mümkün olmayan bir cümle. Bir kere 50 milyon Koreli’nin ortak neyi var onu düşünmek lazım. Bu zamanda Kore’de doğmuş, yaşamış, büyümüş olmak elbette bir ortak deneyim ama ameliyatla bunu edinemeyeceğine göre bundan bahsetmiyor. Koreliliği tarihsel ve toplumsal bağlamından kopardığın zaman kalan Korelilik ister biyolojik ister kültürel özelliklerle tanımlansın özcü ve ırkçı bir tanım oluyor. Zaten baştan beri söylediğim gibi, kültürel özellikler her zaman ırkçılığın bir parçası.
Zeynep: Örnek verirken sadece Siyah, Beyaz, Asyalı değil Müslüman, Kürt, Koreli de dedin. Etnisiye ile ırkı ayırmak o kadar kolay değil dedin, ama Müslümanlık ikisi de değil, ama Müslümanlara karşı yapılan da mı ırkçılık oluyor?
Buna cevap verebilmek için önce “sosyal fark” nasıl eşitsizliğe dönüşüyor onu anlamak lazım. Sosyal fark dediğimiz şey ne: bir insanı birileriyle aynı ama başkalarından farklı kılan özellikler. Bunların kategorileri de toplumsal olarak üretiliyor tabii: cinsiyet, etnisite, ırk, sosyal sınıf, yaş, meslek…vs. Bu farkların eşitsizliğe dönüşmesi ancak belli iktidar mekanizmalarıyla karşılaştıklarında gerçekleşiyor. Yani bu farklara sahip olan gruplar arasında hiyerarşi, ayrımcılık, tahakküm, sömürü gibi iktidar ilişkileri kurulduğu için eşitsizliğe dönüşüyor.
Modern iktidarın eşitsizlik ve tahakküm yaratma biçimini karakterize eden iki ana model var: 1) ırkçılık, 2) cinsiyetçilik. Bunun sebebi şu: Modern dünya algısında insan kendini dünyanın merkezinde görüp, diğer varlıkların varlık hakkına ve biçimine karar veriyor. Moderniteyle birlikte bu merkezde oturan insan genellikle beyaz, sömürgeci ve erkek. O yüzden modern düşünceye çok içkin bir şey ırk. Modern dünyada merkezi otoriteler de ulus-devletler olduğu için bu ırk paradigması ulus-devlet düzeyinde yeniden üretiliyor. Yani ulus-devleti yöneten hâkim grup kendi çöplüğünün Beyaz adamı oluyor, bunun dışındaki kimlikler ve aidiyetler farklı şekillerde de olsa ötekileştiriliyor. Buna “ırksallaştırma” deniyor. Amerika’da Müslümanlar, göçmenler ve Beyaz olmayan herkes ırksallaştırmaya maruz kalırken Türkiye’de bunun öznesi Gayrımüslimler, Kürtler, Suriyeliler…vs. oluyor. Yani ırk ve ırkçılık mekanizmalarının işlemesi için illa dış görünüme bağlı veya biyolojik farklar hiyerarşisini benimsemek gerekmiyor, kültürel özellikler de biyolojik özellikler kadar doğuştan gelen, mutlak ve değişmez olarak görülüyor.
Zeynep: Peki bunun altında yatan mekanizmalar çok daha derindeyse, ırkçılık ve ırksallaştırmayla ilgiliyse, ve bu otomatik olarak bir hiyerarşi yaratıyorsa, gözlerini çekik yapabilmek için ameliyata olmak bir özgürlük değil! Ama bu söylediklerin de biraz kimlik siyasetiyle çelişiyor gibi, öyle değil mi?
Evet, çok doğru. Kimlik siyaseti, politik mücadeleyi bireysel tercihlere indirgeyerek depolitize ediyor. Beyaz olmak artık bir kültürel sermaye getirmiyorsa, bazı insanlar farklı olmayı talep edebiliyor. Mesela, sen de önceki yazında bahsetmiştin; Rachel Dolezal örneğinde olduğu gibi, bu talep bazen ırkın tarihsel ve politik bağlamını silip, mağduriyeti bir kültürel sermayeye dönüştürüyor. Transracialism meselesinde, Beyaz birinin “Ben Siyahım” demesi sadece bir fiziksel görünümle ilgili değil. Birilerinin Siyah olduğu için o zamana kadar yaşadığı olumsuz deneyimler, maruz kaldığı ırkçılık, elde ettikleri ve edemediklerinin hiçbirini yaşamayıp, Beyazlığın bütün ayrıcalıklarından yararlanıp onun üstüne bir de Siyahlığın kültürel sermayesine el koyma çabasıdır. Bu yüzden diyorum transracialism ırkçı bir pratik ve geç-modern kapitalist dünyada ırkçılığın semptomu olarak okunmalı.
Zeynep: Şunu da anlatmak istiyorum. Özellikle sosyal medyada bir akım var, Therian gibi örnekler. Örneğin, biri kendini kurt olarak tanımlıyor ve hafta sonları ormanda “kurt gibi” yaşamaya çalışıyor. Hatta bir röportajda kadın, kocasını da ormana götürdüğünü, kurt arkadaşlarıyla oynadığını anlatıyor.
Deniz: Ama işin aslı şu: Biri “Ben bir masa olduğuma inanıyorum” derse, ona masa gibi davranabilir misin? Masa olduğunu iddia etti diye üstüne kahvaltı masası kuramazsın. Depolitizasyondan kastım şu: Örneğin biri “Ben kendimi kurt gibi hissediyorum” diyerek ormana gidip oyun oynuyor ama asıl sorunla, yani insan (ya da Beyaz sömürgeci erkek) merkezli dünya düzeniyle uğraşmıyor. Aynı kişi hâlâ arabasına benzin alıyor, Amazon’dan sipariş veriyor, otobüse bilet parası ödüyor. Bunu kimlik meselesi olarak görmek ve politik bağlamını silmek, aslında meseleyi depolitize etmekten başka bir şey değil. İlginç bir şekilde bu düşünce biçimi iklim değişikliğiyle doğrudan ilişkili aslında. “Degrowth” hareketi gibi, dünya sisteminin yeniden düzenlenmesini savunan akımlar var. Çünkü ikilikler üzerinden işleyen modern düşünce, ister cinsiyet, ister tür, ister ırk olsun, varlıkların hiyerarşik olarak düzenlenmesini doğal kabul ediyor. İnsan, hangi türün ne kadar var olabileceğine karar veriyor. Bu düzeni sorgulamadan “Ben kimliğimi seçiyorum” demek, başka bir dünya kurmak için dünyayı yeniden politikleştirmeye katkı sağlamıyor.
Zeynep: Deniz, çok teşekkür ederim.
Deniz: Ben teşekkür ederim, güzel bir sohbet oldu. Bir sonrakinde bize bekleriz
[1] Human Genome Project: İnsan Genom Projesi. Bilgi için: https://www.genome.gov/human-genome-project.
[2] Caucasian (İng.): Kafkasyalı (Beyaz ırk anlamında)