İktidar pratiğinin “zümreye-sınıfa çıkar sağlama” hedefi, “burjuvaziye hizmet” gibi kodlandığında, olan biteni anlamamız ihtimali azalıyor.
Marx’ın esas derdi işçilerin daha yüksek standartlarda hayat sürmesi değil, işçilik diye bir insanlık konumunun ortadan kalkmasıydı.
1996 yılında meydana gelen Susurluk kazasıyla “derin devlet” ortalığa saçılmasına rağmen o “derin devletin” hangi suçları gereğince yargılandı?
Soygun varsa, yolsuzluk varsa, kimse rekabet istemiyorsa, temel hak ve özgürlükler askıda ise, tabii ki düşman liberal demokrasi…
Say ki deprem olmuş. Zaten ülkede her şey her an her anlamda sallanıyor. Yıkıntıların altında debeleniyoruz.
Hiçbir şey yapamadığımda “Kendime bir kahve koyayım” diyorum bazen. Kahve bir ritüeldir ne de olsa.
O baskın başarılsa burada biz de, yakınımızda uzağımızda başkaları da çok daha kötü yaşayacağız.
Özal’ın Başbakan seçilmesine rağmen sıkıyönetim kaldırılmadığından, askerler ülke yönetiminde fiilen söz sahibi oldu.
Death to 2020 (2020 Bit Artık) filmi, dehşet yılı 2020’ye kronolojik düzlemde ve çok sağlam örülmüş tematik zıplamalar eşliğinde bakıyor
“Devlet Başkanının radyo, TV ve yurt gezilerinde yapacakları Anayasa’yı tanıtma konuşmaları hiçbir sûrette eleştirilemez…”
Güncel bilgilerilerden /duyurulardan haberdar olmak için mail listemize kayıt olun.