Jül Vern Seyahat Acentesi: Süveyş rıhtımında voltalayan iki adam (2)

Oysa Jean, bir Marsilya fırlaması olarak sivil polis kokusunu yüz metreden alırdı. Rıhtımda ilk karşılaştığında kokuyu almış fakat saf rolüne yatmış, Bay Fogg’u getirmiş, vize damgasını bastırmış, işi halletmişti

İLHAMİ ALGÖR

10.08.2024

Geçen haftanın hikayesi kaldığı yerden devam ediyor…

Tam bu sırada, gemi yolcularından biri Dedektif’in yanına geldi ve elinde bir pasaport ile gayet nazik bir dille İngiliz Konsolosluk ofisinin yerini sordu. Yolcu, Bay Fogg adına pasaporta vize damgası bastırmak için koşuşturan Jean idi. Fix, içgüdüsel bir hareketle pasaportu aldı ve çabucak göz atarak pasaport sahibinin eşkalini okudu. Az kalsın istem dışı bir hareket yapıyordu. Ellerinin arasındaki kâğıt titredi. Pasaportta yazılı eşkal, Londra Polis Müdürlüğü’nden gelen eşkal ile aynıydı. 

“Bu pasaport sizin değil herhalde?” dedi Jean’a. 

“Hayır,” dedi Jean, “Efendimin pasaportu.” 

“Efendiniz nerede peki?” 

“Güvertede.” 

“Ama,” dedi Dedektif, “Kimliğini oluşturabilmesi için Konsolosluk bürolarına şahsen başvurması gerekir.” 

“Nasıl! Gerekli mi bu?” 

“Kesinlikle.” 

“Nerede bu bürolar?” 

“Şurada, meydanın köşesinde,” diye cevapladı Dedektif, iki yüz adım ilerideki bir binayı göstererek. 

“Peki o zaman gidip Efendimi çağırayım, rahatsız edilmek hiç hoşuna gitmeyecektir ama neyse!” dedi Jean. Dedektif’i selamladı ve gemiye geri döndü. Biraz sonra yanında Bay Fogg ile Konsolosluk ofisine geldiler. Bay Fogg pasaportunu uzattı ve Konsolos’tan vize damgasını vurmasını rica etti. Konsolos pasaportu alıp dikkatle okudu. Bu sırada Dedektif, odanın bir köşesinden yabancıyı dikkatle izliyordu. 

Konsolos okumasını bitirdiğinde: “Phileas Fogg musunuz?” diye sordu. “Evet Mösyö,” diye cevapladı centilmen. 

“Peki ya bu adam, uşağınız mı?” 

“Evet, Jean Pass adında bir Fransız.” 

“Londra’dan mı geliyorsunuz?” 

“Evet.” 

“Nereye gidiyorsunuz?” 

“Bombay’a.” 

“Pekâlâ Mösyö. Bu vize formalitesinin gerekli olmadığını, pasaport gösterilmesini zorunlu tutmadığımızı biliyorsunuz değil mi?” 

“Biliyorum Mösyö,” diye cevapladı Phileas Fogg, “Ama vereceğiniz vize sayesinde Süveyş’ten geçtiğimin tescillenmesini istiyorum.” 

Konsolos pasaportu imzalayıp tarih koyduktan sonra mührünü de bastı. Mr. Fogg vize bedelini ödedi, soğuk bir tavırla selam verdikten sonra peşinde uşağıyla odadan çıktı, limana yöneldi. Jean’a birkaç talimat verdi; sonra bir sandala binip gemiye döndü.  Kamarasına girdi, yolculuk notlarını gözden geçirdi: 

“2 Ekim Çarşamba, akşam 20:45’te Londra’dan ayrıldım. 3 Ekim Perşembe, sabah 7:20’de Paris’e ulaştım. Perşembe sabah 8:40’ta Paris’ten ayrıldım. 4 Ekim Cuma, sabah 6:35’te Mont-Cenis üzerinden Torino’ya ulaştım. Cuma sabah 7:20’de Torino’dan ayrıldım. 5 Ekim Cumartesi, akşam 4:00’te Brindisi’ye ulaştım.  Cumartesi akşam 5:00’te Mongolia’ya bindim. 9 Ekim Çarşamba, sabah 11:00’de Süveyş’e ulaştım. Toplamda 158 buçuk saat: Gün olarak da 6 buçuk gün harcadım.” 

Defterini kaldırdı, öğle yemeğini kamarasına istedi. Belli ki kömür ikmalinden rahatsız olmuyor veya Mongolia gemisi yolcuları rahatsız etmeyen farklı bir teknoloji ile kömür yüklüyordu. Neticede dışarıda dünya nefes alıp verirken Bay Fogg kamarasında mal mal oturdu.

Bu sırada Dedektif Fix ile jean  rıhtımda Jean karşılaştılar. Dedektif,  yardımcı olmaya hazır kibar insan pozlarında sohbet edip Beyefendi hakkında bilgi toplamaya çalıştı. Londra Bankasından 55 bin Sterlin kaldıran adamın Bay Fogg olduğundan emin olmak üzereydi. Çünkü emin olmayı çok istiyordu. Dedektifin emin olmaya hazır hali galiba Bay Verne’in anlatısına bir hararet katıyordu. Bay Verne ve Dedektif Fix hararet konusunda ortaklaşınca, Jean’a pat diye düşüp açılan asker bavulu rolü kalıyordu. Ve Bay Verne’in anlatısına göre Jean bu sahnede Dedektif Fix’in duymak isteyebileceği herşeyi anlatıyordu.

Oysa Jean, bir Marsilya fırlaması olarak sivil polis kokusunu yüz metreden alırdı. Rıhtımda ilk karşılaştığında kokuyu almış fakat saf rolüne yatmış, Bay Fogg’u getirmiş, vize damgasını bastırmış, işi halletmişti. Dedektifin sağlı sollu gönderdiği sarmaşık soruların sadece bir sohbet olmadığını farketmiş, saf adam rolünü oynamaya devam ediyordu. Hatta yer yer saflığı terkedip aptal’a  yattığı bile söylenebilirdi. 

“Bombay uzakta mıdır?” diye sordu Jean. 

“Epeyce uzaktadır,” diye cevapladı Dedektif. “On gün kadar daha denizde geçirmeniz gerekiyor.” 

“Nerededir bu Bombay?” 

“Hindistan’da.” 

“Asya’da mı?” 

“Tabii ki.” 

“Tanrım! Şey diyeceğim… Kafamı kurcalayan bir şey var… Lambam!” 

“Hangi lambanız?” 

“Londradaki evde söndürmeyi unuttuğum ve faturası bana kesilecek, halen yanmaya devam eden gaz lambam. Hesapladım, yirmi dört saatte iki şilin ediyor ki bu da benim kazancımdan 6 penny daha fazla. Anlarsınız, yolculuk uzadıkça…” 

Dedektif, gaz lambası olayında konudan kopmuştu. Artık dinlemiyordu, bir karar vermekle meşguldü. Fransızla birlikte çarşıya gelmişlerdi. Alışverişini yapması için onu yalnız bıraktı, geminin kalkışını kaçırmaması için uyardı. Sonra da aceleyle telgraf ofisine gitti ve Londra Polis Müdürlüğü’ne, “adamı buldum” mesajını gönderdi. 

*

Haftaya: Londra Bankasından 55 bin Sterlin kaldıran adamın kimliği